top of page

Tasavvufun asıl kaynağı kuran ve sünnettir

Tasavvufi düşüncenin en önemli özelliği arınmayı ve ibadetleri samimiyetle yapmayı hedeflemesidir

Tasavvufçular, nefislerini arındırarak ve kemale ermeye çalışarak Allah’a ulaşmaya çalışırlar

Tasavvufî Düşüncenin Oluşumu

Tasavvuf, VIII. yüzyılın ortalarında oluşan ve IX. yüzyılın sonlarına doğru da kurumsallaşan bir disiplindir.

Tasavvufun asıl kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Tasavvuf yoluna koyulan insana mutasavvıf veya sufi (sofi) denir.

Hz. Peygamber zamanında çeşitli eğilimlere sahip olan sahabeler vardı. Bunlardan bir kısmı ilim öğrenmeye, bir kısmı dini tebliğe, bir kısmı cihada, bir kısmı yöneticiliğe daha fazla ilgi duyarken bir kısmı ibadete daha çok önem veriyor, ahretteki kurtuluş üzerinde yoğunlaşıyorlardı.

Başta ilk dört halife ve aşerei mübeşşere (hayatta iken peygamberimizin cennetle müjdelediği on kişi) olmak üzere birçok sahabe, ibadet ve takvaları ile tanınmışlardı. Daha sonraki dönemlerde yaşayan abid, zahid ve dindar Müslümanlar her zaman bunları örnek almışlardı. Tasavvuf zincirinin ilk halkaları bunlardı. ,

Tasavvufi teşkilatlanmanın başlangıcını gösteren ilk belirtiler, dini sohbet ve zikir için bir araya gelen Müslümanların oluşturduğu sohbet halkalarıdır.

IX. yüzyılın sonlarına doğru kurumsallaşan Tasavvuf, 12. yüzyılın sonlarından itibaren, geniş kitleler üzerinde kendini hissettirmiştir.

Tasavvufi sohbetler hicrî VI. (XII.) asırda daha düzenli, daha disiplinli bir kuruma dönüştü. Bu örgüte tarikat denildi. Tarikat, bireyi Allah’a götüren yollardır. Tasavvufi bir oluşum olan tarikatlar, bir alimin etrafında oluşmuşlardır.

Bu dini önderlere şeyh adı verilir. Şeyhe tabi olan kimselere ise mürit denir.

Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur, Ahmed Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Ahî Evran meşhur mutasavvıflardır.

1071’de Anadolu fethedildikten sonra Irak’tan, Suriye’den, daha fazla da Horasan’dan gelen gazi dervişler, alperenler ve Horasan erleri İslâmiyet’in Anadolu ve Balkanlar’da yayılmasında etkili olmuşlardır.

Tıpkı mezhepler gibi tasavvuf veya tasavvufi düşünceler de İslam’la özdeşleştirilemez. Bunlar, İslam’ın bir rengi olup, mutasavvıfların görüşleri etrafında şekillenen ve zamanla kurumsallaşan dini ekollerdir.

bottom of page